Mızraksız İlmihal’den çıkarılmış bölümleri çok sordunuz. Burada öyle bir bölümün hikayesi var.
Mızraksız İlmihal’i bitirdiğimde İstanbul’da, Langa’da bir öğrenci evinde kalıyordum. Daktilodan taze çıkmış sayfaları, aralarında Hasan Aycın ve o sırada birlikte kaldığımız sevgili dostum Altay Ünaltay’ın da olduğu bir kaç yakın dostuma okuttum. Bazı bölümlerini çok sert bulan dostların itirazlarına rağmen korudum ama uzunca bir bölümü tamamen çıkarmaya ikna edildim. Altay, “diğer kısımlardan ötürü zaten dışlanmaya aforoz edilmeye hazır ol ama sen bize lazımsın; bu kısımları yayınlarsan, Allah korusun bir kaç bıçaklı sopalı manyağa linç ettirirler seni, üstelik çok karamsar!” demişti.
En sert bulunan o bölüm, “Satacaklar oğlum İrfan, her şeyi satacaklar!” diye bir bölümdü. İrfan’la Çanakkale’de bir köy evine çekilmiş, İrfan‘ın “yaşayan efsane” dediği Nurettin Abi arasındaki diyalogu içeriyordu ve Yunan tiyatrolarındaki koroya omaj yapan bir tarzı vardı. Bölümün sayfaları şu anda elimde değil. Bir yerden çıkacak inşallah. Ama Nurettin Abi uzun uzun ‘İslamcı Camia’daki dernek, vakıf, cemaat, birlik, yurt, işyeri, yayınevi, dergi, gazete ve parti teşkilatlarında lider, yönetici, ağabey, hoca, başkan, yönetmen, başyazar, reis vb. pozisyonlardaki insanların karakteristik özelliklerini sıralıyordu. Mesele şu ki, o özelliklere bakarak herkes bildiği şahısları kolayca tanıyacaktı. Orada listelenenlerin pek çoğu daha sonra Ak Parti iktidarından en çok yararlanmış olanlar.
Bölümün bir yerinde, Nurettin Abi, kahramanımız İrfan’a söyle diyordu sonra:
Nurettin Abi: “Olum irfan, sen siyer okudun mu? Hatırla bakiim Hz. Peygambe’re ilk iktidar teklifini.”
“İslami harekete, düzenin ilk uzlaşma teklifidir o Hasan Abi, hatırlamaz olur muyum?”
Nurettin Abi: “Mekke’nin en güçlüleri, bir araya gelip bir teklifte bulundular ona.”
Koro: “Güç istiyorsan, her birimiz kendi adamlarımızdan kölelerimizden verelim sana en güçlü sen ol! Kadın istiyorsan sana Mekke’nin en büyük haremini kuralım! Zenginlik istiyorsan, her birimiz altınlarımızın bir kısmını sana verelim, en zenginimiz sen ol!”
Nurettin Abi: “Yumuşat biraz üslubunu dediler…”
Koro: “Biraz uyumlu ol, biraz gerçekçi ol! “
Nurettin Abi: “Olum irfan bunlar işte bu senin gibilere burs verenler, vakıf, dernek, cemaat, parti yürütenler, bu köşe başlarını tutanlar, bu mürai tezgahtarlar var ya, bunlar da okudular o siyeri ve o teklifin geleceğini biliyorlar. Ağızları sulana sulana teklifi bekliyorlar. İnandıklarımızın bedelini ödemeye razı olmadığımız için, bu karakterlerce idare edilmeye razı olduğumuz için düşmanın biçeceği bedele razı olacağız. Ve bunlar var ya bunlar, satacaklar oğlum; her şeyi satacaklar! Tuttukları her köşe bir devşirme çiftliği olacak. En karaktersizlerimizi alacak teklifi getirenler ve onları Dar’ün Nedve’de sofraya oturtacaklar!”
Koro: “İktidar olacağız oğlum! İktidar!”
Nurettin Abi: “…Ve sofra sahiplerine yaranmak için takla üstüne takla atacaklar. Onlardan daha acımasız daha zalim olacaklar.
Bütün mücadelenin biriktirdiği kavramlarla konuşan bir puştlar düzeni kurduracaklar bize.”
“Putkıran değil miyiz Nurettin abi, gerekirse puşt-kıran olalım abicim, vaz mı geçelim yani?”
Koro: “Çanakkale geçilmez! Çanakkale geçilmez!”
Kitap yayınlandıktan 3 yıl sonra, Refah-Yol döneminde 1996’da Bursa MGV’nin düzenlediği ve Metin Külünk’ün de davet edildiği bir panelde, gençlere, çıkarılan o bölümün temasıyla aynı doğrultuda bir konuşma yapmıştım:
“...Sayısız Müslüman vakfın tabelalarının yükseldiği Fatih’te, Çarşamba Pazarı’nın bitiminde yüzlerce kadın, yerlere atılmış çürük sebzeleri toplarken, ahlaksızlık ve adaletsizlik almış başını giderken, gelecek korkusu altmış milyonun boynunu bükerken, insanlar hastanelerde, adliyelerde, karakollarda rezil kepaze edilirken, kullarla Allah arasında dikilmiş ve yeryüzünü fitneye fesada acı ve umutsuzluğa boğan şeytan uygarlığı egemenliğini evrenselleştirirken; Müslümanlar nerede?
Yoksa Müslümanlar; katiller, ifritler, ahlaksızlar, düzenbazlar egemenliğini yeşile mi boyayacaklar?..
Müslüman aktörlerin, aydınların bizim adımıza kürsülere, vitrinlere çıkanların, politikacıların belirgin özelliği nedir? Onları Müslüman kılan nedir? Müslümanlığın sembollerinden söz ediyor olmaktan öte nedir kavgasını verdikleri şeyler? İnsanlara teklifleri, çağrıları nedir? Nedir karakteristik özellikleri? Cesur olmaları mı? Ahlak timsali olmaları mı? İzzet ve vakar bir karşılık, bir katkı, bir cevap üretti mi bizim adımıza konuşanlarda? Rüstem’in halısına saplanan mızrak nerede? Hangi vakfın, cemaatin, derneğin elinde? ‘İnsanları kula kulluktan Allah’a iman’ın özgürlüğüne çıkaralım diye bizi Allah getirdi buraya’ diyen o mızrak nerede? Özgürlüğün ve adaletin bayrağı Müslümanlarda mı? Yeryüzünün şeytana karşı son umudu, yegane umudu olan İslam’ın mensupları, ümmet haritasının kalbinde yerinde sayıyor, çürüyor, yozlaşıyor…
Kamulaştırılmış, hizaya sokulmuş, ve kurumlaşmış dinin kişiliği, farklılığı, özgürlüğü, kendi iradesinin sorumluluklarını taşıma imkanlarını budayan ağabey ve hocaların; onların ucuz işgücüne, uyuşuk ihtiyarlara çevirdiği Müslüman gençler hangi bayrağı taşıyor? Rüstem’in halısına saplanan mızrak: Hz. Ömer’in mızrağı, “Ya Ömer eğer yanlış yaparsan seni biz düzeltiriz” diyen eğri kılıçtan bağımsız mıydı?
…derhal sahici, kendisi olan, geçtiği yerde iz bırakan, ‘biz ve onlar yok, adalet ve herkes var’ bayrağını yükselten, sıradışı, çağdışı, çizgi dışı, hiyerarşi dışı, ahlaklı ve imanlı bireyler olmaya…”